Mary Hopkin • Those where the days
2008
**
*
*SÜTANNE . . .
Genç bir kadın, aylardır şantiyede olan kocasına aşağıdaki satırları yazar:
'Sevgilim,
Biliyorsun, sen şantiyedeyken nur topu gibi bir bebeğimiz oldu. Sütüm yetmediği için, yavrumuzu besleyebilmek amacıyla bir sütanne tuttum. Yalnız, bu sütannenin zenci olmasından dolayı
çocuğumuz, emdiği sütün etkisiyle zaman içinde zenciye dönüştü. Haberin olsun dedim.
Bu konuda benim bir suçum olduğunu düşünmezsin umarım.
Öptüm,
Biricik eşin'
Kadının kocası da bunun üzerine annesine bir mektup yazar:
'Sevgili anneciğim,
Karım bana gönderdiği son mektupta, sütü yetersiz olduğu için bir sütanne tuıtmak zorunda kaldığını,o sütannenin zenci olduğunu ve bu yüzden bebeğimizin renginin de zamanla koyulaştığını yazıyor. Bundan eşimi sorumlu tutamayız, tabii ki .
Selam ve sevgilerimle'
Annesi ise oğluna şöyle bir cevap yazar:
'Sevgili oğlum,
Aslına bakarsan, sen doğduğunda benim sütüm de yetersiz kalmıştı. Ama biz fakir olduğumuzdan dolayı, sütanne tutamayıp onun yerine seni inek sütüyle beslemek zorunda
kalmıştık. Bu durumda takdir edersin ki, senin safkan bir öküz olmanın sorumlusu ben değilim.
Seni seven annen'
ALINTI
*
- Bir yastıkta kocayın…
*
Eski zamanlarda civarın kralının kızı ile bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş. Ancak, kral kızı balıkçıya varamaz... Hal böyle olunca, kız ile delikanlı gizli gizli buluşuyorlar tabii...
Kral baba bunu zaman içerisinde öğreniyor ve bir gece takip ettiriyor kızını...
Diyorlar ki; balıkçı denizden geliyor, kız kumsalda onu bekliyor, bulunduğu yeri ışıkla işaret ediyor delikanlıya... Ve kral kızı ile delikanlı, gün ağarana kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine...
Kral bir gece askerlerine kızını yakalamalarını ve kumsalda ışıkla balıkçıya işaret göndermelerini buyuruyor. Delikanlı ışığı görünce atlıyor kayığına ve kürek çekiyor bir manga askerin üzerine doğru... Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve koşmaya başlıyor sevdiğini kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür ucuna yetişmesi imkansız... Ama sevda bu; kural falan dinlemez, atıyor kendini sulara...
İşte o anda bir mucize gerçekleşiyor! Kızın adım attığı her yer kumsala dönüşürken peşinden koşan askerler bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla... Kız kayığa kadar koşabiliyor...
Ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı hedefleyip salıyor okunu...Heyhat !!!
Kız ile delikanlı birbirlerine sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla buluşuyor...
Derler ki; o kumlar, kızın kanı denize karışınca kırmızıya boyanmış...
Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı, sonrasını ne gören var ne duyan!...
Marmaris'e karayolu ile 1.5 saat uzaklıkta orası... Şimdi sıra resimde!
Arkadaşım Ertan'a katkıları için teşekkür ederim
*
ÜÇ HEYKEL
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli
heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana
atılmıştı.
Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı.Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.
Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:
“Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.
*
Bir gün bir tanıdığı büyük filozofa rastladı ve dedi ki; "Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?"
"Bir dakika bekle" diye cevap verdi Sokrat. Bana birşey söylemeden önce senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna "Üçlü Filtre Testi" deniyor.
"Üçlü Filtre?"
"Doğru," diye devam etti Sokrat. Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir.
Birinci filtre: "Gerçek Filtresi"
"Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?"
"Hayır," dedi adam "Aslında bunu sadece duydum ve ...
"Tamam," dedi Sokrat
"Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim,"
"İyilik Filtresini"
"Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi birşey mi?"
"Hayır, tam tersi ..."
"Öyleyse," diye devam etti Sokrat,
"Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı."
"İşe yararlılık filtresi"
"Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?"
"Hayır, gerçekten değil."
"İyi," diye tamamladı Sokrat,
"Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?"
Bu, Sokrat'ın iyi bir filozof olmasının ve büyük itibar, saygı görmesinin sebebiydi.
Yakın ve sevgili herhangi bir arkadaşınız hakkında başıboş konuşmalar duyduğunuz her sefer bu üç filtre testini kullanmanız sizlere hararetle tavsiye edilir.
Socrates
*
DÜŞ HEKİMİ YASALARI
Mutlu bir yalnızlık, mutsuz bir beraberlikten iyidir.
İnsanlar ikiye ayrılır:
1- Ne yaparsa yapsın sevdiklerin
2- Ne yaparsa yapsın sevmediklerin
Yaşam ikiye ayrılır:
1- Net yaşam
2- Brut yaşam
İnsan evlenmez, evlenmek zorunda kalır; aşık olmak zorunda kalmaz, aşık olur.
Açların arasında tokluktan ölmek, tokların arasında açlıktan ölmekten daha berbattır.
Yönetici yoktur, yönetilici vardır.
Aynı insana bir kere aşık olunur.
En iyi dostun karşı cinstendir.
Kusurunu ilk hemcinsin görür.
Sıfır ile bir arasındaki fark, bir ile bin arasındaki farktan daha büyüktür.
Otuz güne tamamlanmaya zorlanan beraberlikler, eninde sonunda sıfır güne tamamlanır.
Sofradan eksilen tabak, tabaktan eksilen lokmadan daha önemlidir.
SOFRANIZDAKİ TABAKLARIN, GÜLEN SURATLARIN HİÇ EKSİLMEMESİ DİLEĞİMLE...
düş hekimi yalçın ergir
" Bir hayat daha olmalı yeniden,
Sevmeyi öğrenmeli büyümeden kirlenmeden,
Haykırmalı ne varsa kalan yüreğinde,
Cana kilit vuran yasakları dinlemeden..."
YALÇIN ERGİR
*
Sana ağaç diyorlar,
*
SEVDAN BENİ
terketmedi sevdan beni,
aç kaldım, susuz kaldım,
hayın, karanlıktı gece,
can garip, can suskun,
can paramparça...
ve ellerim, kelepçede,
tütünsüz uykusuz kaldım,
terketmedi sevdan beni...
AHMED ARİF
*
İki bıçak seç kendine
Biri yaralamak için
Biri öldürmek
Pusu kur gözlerinin
Karanlık gölgesine
Biri sevmek için
Biri ihanet
İki yürek seç kendine
Biri yaşamak için
Biri gizlenmek
Bir korkak, bir kaçak, bir firar
Kaç kişisin sen sevdiğim çocuk
İçimdeki bıçak iki kere daha dönüyor
Olduğu yerde
Kalırsan sel basar yataklarımı
Gidersen uçurum çiçekleri açar kalbimde
Kimi zamanlar olur sevgilim
İki bıçak bile yetmez bir tek ölüme.
Murathan Mungan
*
*
*
yine gözüm yollarda, neredesin?
gündüzüm gece oldu, kederdeyim
bilemezsin kaç gece "gelir" diye bekledim
gelmeyince derdime, yenileri ekledim
gel yarim ol, sevdalım ol,
sultanım ol, fermanım ol,
dertlerimin dermanı ol, hercai
dolu dolu sevdalar gözlerimde
gönlümde dolanırsın, hep o halinle
uçusuyor saçların, yaralanmış kalbime
yine sensin tek çare, şu zavallı halime
********************************
Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar. Her bahar diğer çiçekler gibi onlar da açıp güneşe merhaba derler. Fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; “ Biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım, kışın ortasında herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki, bütün doğa bize ait olsun “ der ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler...
Biri açmak için kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar...
O gün bugündür, karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe “ KARDELEN”,
Sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğe de “ HERCAİ “ denilir.
İşte bu yüzden hayırsız sevgiliye “ HERCAİ “ diye hitap edilir...
CAN DÜNDAR
*