ugur mumcu anma
2009
*
*
*
*
Giderken,
Tek kelimelik elvedana bile hazırdım.
Oysa sen;
Bir " hoşcakal " demeden çekip gittin. "
Ne düşler büyütmüştüm varlığında.
Oysa sen gitmeyi tercih ettin.
Ne acı besteler yaptım ruhumun gelgitlerinde.
En gururlu savaştı benimkisi.
Sensizlikte yaşarken
Yalnızlığında savaşmak..
Tek bir silahım vardı.
O da karanlıklarımı aydınlatan gözlerin.
İnan gittiğinde " kendime " adıma üzülmedim.
Hayatımın hiçbir döneminde,
Sevgide tamamlanmış bir resmim yoktu çünkü.
Oysa ben sana üzülür,
Sana tasalanırım amansız gecelerde.
Fırtınalarda hangi limanlara sığınırsın ?
Ayazlarda hangi ateşlerde ısınırsın ?
Bilemiyorum.
Ben, gidişine değil;
Yalnızlığımdaki ıslak gözlerine üzülürüm.
Kim bilir sen
Bu saatlerde kuş tüyü yatağında
Makyajsız düşlere gülümserken,
Ben ayrılığın en derin okyanuslarına gömülürüm.
Çırpındıkça daha çok boğulurum yalnızlığında.
Şimdilerde,
Sensiz bu yüreğe ,
Yoksulların acı yüzüne çizilmiş hüzünler doluyor.
Bir cehennem ateşinde yanıyor anılarım.
Bir de biri bitmeden diğeri yakılan sigaralarım.
Umutsuz değildim asla.
Ama o " veda etmeden " gidişinden sonra.
Her rüzgar içimi soğuttu.
Her nefes beni yalnızlıkla avuttu.
Gelmeyeceğini bile bile
Yüreğimi sarkıttım umut kuyularına.
Bir avuç su ile hasretini söndürecekken
Meğer kova kova " hasret yangınlarını" çekmişim.
Mutluysan eğer bensiz,
Can çekişen kelebekler bile kanatlanmaya hazır.
Sönmüş yıldızlarım ise parlamaya.
Ne diyebilirim ki;
Ben seni ölümüne sevmiştim.
Oysa sen;
Gidişinde bir kelimeyi çok gördün bana.
Şimdi teninde haram eller dolaşırken
Yüreğim ketum yalnızlığınla savaşırken
Söylemediklerine gebe kalmış kelimeyi
Dudaklarımda kanatarak söylüyorum;
" Hoşcakal gülüm."
İSMAİL SARIGENE
*
TUT ELLERİMDEN
Sırat’tan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden.
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden
Gönüldeki birlik kalkandır dışa
Aldırma ayaza, yele, yağışa
Giden ilkbahara, gelecek kışa
Beraber göçelim tut ellerimden.
Birleşmek üzredir şafakla gurûp
Korku beklenilmez kapıda durup
İster zehir olsun, isterse şurup
Beraber içelim tut ellerimden.
Çağır hayallerin en ötesini
Yakından duyarsın aşkın sesini
Sonsuz mutluluğun penceresini
Beraber açalım tut ellerimden.
Hatırla kaybolan hatıraları
Elmastan ışıklı, altundan sarı
Zaman tortusundan işte onları
Beraber seçelim tut ellerimden.
Şüphe “başlangıç”tır, karar “nihayet”
Zamanı zamana etme şikayet
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet
Beraber kaçalım tut ellerimden.
Abdurrahim Karakoç
*
Sabrımı hücrelemiş, utancımı bestelemişsin ey Çocuk. Gazze duvarında asılı umutların, kelepcelenmiş ellerinle gözü yaşlı bir babanın son heceleri ; Çocuk…
*
Deli gönül değme çaydan bulanmaz
Coşarsa dalgası kendinden olur
Derdsiz aşık diyar diyar dolanmaz
Gezdirir kavgası kendinden olur
Gönüle delidir demiştik baştan
Üşenmez borandan ıslanmaz yaştan
Boğulmaz denizden yenmez ateşten
Ateşi kor közü kendinden olur
Gönül bir deryadır dalgası dinmez
Her güzele meyil verip dost denmez
Taşıma su ile değirmen dönmez
Dökülür çarka su kendinden olur
Yüce dağlar ova gibi düzlenmez
Veysel muhannetten kerem gözlenmez
Tilki gölgesine arslan gizlenmez
Yiğidin gölgesi kendinden olur
AŞIK VEYSEL
*
*
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, cizdiklerimde
Sarkılarımda, sozlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler gormeyecek seni,
Yasayacaksın gozlerimde.
Sen goreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor
Gelen gunler gecenlere,
Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak
Bir yasam harcamaktır,
Harcayacaksın.
Seni yasayacağım, anlatılmaz,
Yasayacağım gozlerimde;
Gozlerimde saklayacağım.
Bir gun, tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gozlerimi kapayacağım...
Anlayacaksın.
OZDEMİR ASAF
*
Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı .
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi.
Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyle Kibrit var, kibrit diye bağırıyordu. Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı.
Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev.
Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.
Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağızın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.
Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu.
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü. Kızcağız: işte, biri daha öldü. diye mırıldandı. Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı. Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı. Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu. Geldi, geldi.Kolları nı açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü.
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler. Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.
*
Sevgilim bu nasıl aşk hikayesi
Ne sen varsın ne ben varım
Baktım senli benli sayfalara
Yazdığımız herşey yarım
Ne söz vermişiz tutmuşuz
Yemin etmiş unutmuşuz
Birbirimizden giderken bile
Konuşmamışız susmuşuz
Gelip kapına dayansam
Elimde bir demet çiçek
Ben özür dilerim sen affedersin
Perperişan gelirim kabul edersin
Sadece sarılıp birbirimize ağlayalım mı ne dersin ?
Ne söz vermişiz tutmuşuz
Yemin etmiş unutmuşuz
Birbirimizden giderken bile
Konuşmamışız susmuşuz
Sevgilim bu nasıl aşk hikayesi
Senli değil benli değil
Nasıl çekip gittik birbirimizden
Sebep neydi belli değil
Ne söz vermişiz tutmuşuz
Yemin etmiş unutmuşuz
Birbirimizden giderken bile
Konuşmamışız susmuşuz
Gelip kapına dayansam
Elimde bir demet çiçek
özür dilerim sen affedersin
Perperişan gelirim kabul edersin
Sadece sarılıp birbirimize ağlayalım mı ne dersin ?
Alıntı
*
BİRDENBİRE
Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.
Birdenbire,
Birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.
ORHAN VELİ KANIK
*
AYRILIK SEVDAYA DAHİL
Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrıldığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağacları
Gümüş tozu gecenin ırmağında yüzüyor
Zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişleyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
Yansımalar tutmus bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır, toprak ağır, yaprak ağır
Süt tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu
Tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri
Bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük
Mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde
Ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki
Tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatca sığarız
Hiç yanılmamışız
Her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen
Sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek
AŞKIMIZ
Attila İLHAN
*
ayrılıklar - birliktelikler
ayrılıklar da emek ister
birlikteliklerin istediği gibi
her ayrılık biraz gecikmiştir ama
kağıt üzerindedir bazı ayrılıklar
kağıt üzerinde bile değilken bazı birliktelikler
hiçbir yerde yazmayabilir bazı kopmaz ayrılıklar
her yerde yazarken çoktan kopmuş birliktelikler
silinmez izler kalabilir bazı ayrılıklardan
tek iz kalmazken bazı birlikteliklerden...
düş hekimi yalçın ergir
**
**
**
**
*
|
|
Haluk Çetinkaya |
|